Hayvanların Gözleri İnsanlarınki Gibi Olsaydı Nasıl Görünürlerdi?
Şüphesiz her havyanın estetiği, kendine özeldir. Hayvanların gözleri, şayet alışkın olmadığımız gibi görünseydi, nasıl olurdu? Bir photoshop sever bu soruya cevap vermiş.
Yük Paletlerinden Yapılan Harika Ahşap Eşyalar
Ahşap Paletler daha fazla yükü, yüke zarar vermeden taşımak için imal edilen ahşap gereçler. Forklift türü iş makinalarında daha kolay taşındığı için ekseriyetle büyük depolarda kullanılan ahşap paletlerden tabiri caiz ise, sanat eserleri imal edilebiliyor. Bazı örneklerini bu galeride görebiliriz.
Tabii, bir miktar marangozluk becerisi de isteyen bir iş.
Oldukça estetik görünüyor.
Yemek masasından bisiklet platformuna oldukça geniş bir kullanım alanı bulunuyor.
Ahşap paletlerle, estetik Tv platformları imal edilebiliyor.
Ahşap boyama tekniği ile daha da estetik bir hal alabiliyor.
Harika raflar imal etmek de mümkün.
Lavabo armatürleri için de kullanılabiliyor.
Beden Hocası Görünümlü Din Hocası Serhat Karanfil
Aslında böyle bir hoca var mı yok mu o bile daha belli değil. Fakat varsa bize hakkını helal eder inşallah. Her şey aşağıdaki fotoğrafın bir sosyal ağ profilinde yayınlanması ile başladı.
Twitter'ın Haşin Fenomeni Mehmet Ali'nin Duygusal Öyküleri
Twitter ile birlikte hayatımıza kaçınılmaz olarak Twitter fenomenleri de girdi. Bazı hesaplar çok meşhur kimselerin parodi hesapları olurken bazı hesaplar da sıfırdan bir karakter üretti. Bu karakterlerden biri de Mehmet Ali. Mehmet Ali attığı tweetlerle 140 karaktere aşkı, sevgiyi, hayal yaşama sevinçlerini, herbir şeyleri sığdırmayı başardı. Mehmet Ali'nin melankoli yüklü on tweetini derledik.
Teletabilerin Siyah Beyaz Efektle Korku Filmine Dönüşmesi
Dünyanın en bilinen çocuk prodüksiyonlarından Teletabilere, Christopher Brown isimli bir blogger, siyah beyaz sinematik efekt restorasyonu yapmış. Sonuç ise cidden ilginç. Bu prodüksiyon ya beklenmedik bir şekilde, korku öğesine dönüşüyor ya da "komik geldi bana" tepkisi verdirebiliyor. Yorum sizin.
Önemli Hatırlatma
Merhaba. Serin Sesler canlı radyo programlarını buradan dinleyebilirsiniz. Saygılar.
Deli
suçlusu yok..
saat sıfırdört yirmisekiz . yine uyku yok. yine organik çöküntü. yine delinmiş kalbin içinden sızan kan damlacıkları.. ben ne zaman düzelicem? ne zaman yirmiyedi yaşında bir yetişkin gibi davranmaya başlıcam.. ne zaman gerçekleri kabul edicem? bazen çok fazla soru sormaktan beyin hücreleri tahrip olurmuş.. teşhisine razı boynu büyük hasta ruhum ben. ve bu saçmalığa bir son vermek gerek.. saçmalık elbette benim tarafımda dolanıyor hep.. yaralı bir hayvan gibi her gece uykuya dalmaya çalışan ben.. acı çeken ben..
sen masumsun bana göre..
ben ben… hep ben..
demicem artık. çeşitlendirmicem sınıflandırmıcam hüznümü. sana biraz yaşadıklarımdan ve olması gerekenlerden bahsedip gidicem. bir daha arkama dönüp bakmıcam.. keşke masumane bir tehdit olsaydı yazdığım.. keşke öyle kendi halinde cilveleşen iki sevgili konseptini oluşturabilseydik.. arsız olan düzenbaz sevgilin olsaydım keşke.. gerek yok artık..
akıl sağlığımı yavaş yavaş kaybetmeye başladığımı keşfettim.. onaltı eylül çarşamba günü sabah işe gittiğimde kendimi iğrenç hissediyordum. daha önce başıma gelen sıradan bir halsizlik olmadığı belliydi.. çok kötüydüm bi boklar olacaktı. yemek yemediğim halde midem bulanıyordu.. o günden önceki gece yani saban işe gitmeden uyuduğum o gece yine kendi kendimi çok hırpaladım. fotoğraflarına baktım. herhangi bir erkeği tahrik edebilecek vücuduna baktım. bir zamanlar kenetlenip tututaşarak uyuyacağımıza söz verdiğim ellerine baktım yine açıldı beynimde kara delikler. anlatmanın imkanı yok bunu.. çünkü ikibinsekiz den beri yaşadıklarımın çoğu buna benziyordu. esasında ben de merak ediyordum ne zaman çöküntünün gerçekleşeceğini. meğer yavaş yavaş hissettirmeden sinsice gösteriyormuş çöküntü kendini.. çok yaşlandım. bunu gençliğini kaybetmiş bir ihtiyar hezeyanı ile söylemiyorum. sakallarımla oldum olası başım dertteydi benim. ters çıkmalarını artık bıraktım metal çubuklar gibi çıkmaya başladı.. tabii ki de tek yakınılan dert bir erkeğin metal alaşımlı sakallarının çıkmaya başladığı olsaydı.. değil ama..
gözlerimin altındaki çöküntü ve morluk hangi şarkıda tam olarak nitelenir ya da hangi şiire konu olur bilmiyorum. onu da anlatmanın imkanı yok. maalesef aynada yüzüme artık dikkatlice bakmaya korkuyorum. çünkü her an yeni bir çöküntü izi ile karşı karşıya kalmak beni kaygılandırıyor..
böyle bir kaygı sabahı sağ gözümün hemen altında bir araya toplanmış damar demeti gördüm..
kesin olarak artık tıbbi müdahale isteyen fiziğimle ortaklaşa yıprattık ruhumu. işe gittiğim sabaha dönersek, mesai arkadaşıma iyi değilim dedim ve en son yüzümü yıkamaya gittiğimi hatırlıyorum. uyandığımda, birileri ayağımı yukarıya doğru kaldırmaya çalışıyordu. galiba beyne kan, dolayısı ile de oksijen gitmesini sağlamaya çalışıyorlardı.
hiç kimsenin beklemediği, sevimsiz bir haber..
bu adam bayılmışmış, düşmenin etkisi ile de kafasına darbe almış. düşmüş adam.
“bu adam düşmüş” dediler x bayan. bir zamanlar bu adam um dediğin adam bilincini kaybedip pis koridora devrilmiş..kendime geldiğimde elbet bikaç arkadaş:
“bu adam düşmüş dediler ya!! nasıl korktuk üzüldük” dediklerinde bir de beni düşün..
bu adam düşmüş… ne kadar kolay değil mi? sen değil miydin “düşenin dostu olmaz” adındaki rap şarkısını söyleyen adam ne güzel söylemiş diye… bak gerçek adını da öğrendim onun yunus özyavuz muş`: sagopa kajmer` “.. düşenin dostu olmadı hiç..” sana metaforlarla gelmiyorum. ironi yok..
kurum psikoloğu ile aram iyi. seanslarımız oldu onunla. kız arkadaşım(evet sevgili edinmiştim) bir psikoloğun iyi gelebileceğini telkin etti bana . o psikolog kimsenin bilmediği şeyleri biliyordu. örneğin seni.
ona, artık bir profesyonelin çare olacağına inandığım için bahsettim senden. yükün çok ağır.. “toplumsal olarak hata kabul edilen bir şeyini duysan yine de kabul edecek kadar seviyor musun bahsettiğin kızı” dedi adamcağız..
evet dedim..
yalan söyledim x bayan.. başka kelimesi benim gibi manyakça, tutkuyla bağlı olan biri için çok tehlikeli. seni kimseyle paylaşamam ki; tenine başka bir tenin değmesini kaldıramam ki, ellerini başkası tutsa ya da sen başkasına (seni ben ellerin olsun diye mi sevdim) desen çıldıracak olurdum. evet durum mesajlarını iletilerini falan da okuyorum.. hatta bana ithaf ettiğini düşünüp zavallı ruhumu kandırıyor hafiften de götünü kaldırıyorum kendimin..
seni paylaşamazdım..
bunları bile bile hipokrat yemini etmiş birine, bir akademisyene yalan söyledim.. “madem olay bu öyleyse konuş onunla” dedi.. ben de buna dayanaraktan sana iki adet mesaj yolladım..
neden yolladım ki? sen yirmiüç yaşında hayatının baharı addedilen dönemini yaşıyorsun dolu dolu. ben gibi ruhu daralmış, ferahlamaya ihtiyacı olan biri ile ne işin olur ki? niye olsun yani? x isimli güzide gece klübünde çok daha iyi konumda olan yakışıklı erkekler var. üstelik akranın onlar. böyle üçgen formunda saçları var parlak güzel.. değişik kesilmiş sakalları var çekici..
yoo yoo. "şimdi de kaybeden sendromu mu" deme bana.. senden çok fazla büyük değilim.. o gece klübünün askerlik yaptığım yerde olması ise ironik oldu galiba..
şimdi ben durum mesajıma şöyle yazayım; “seni ben, bir bardan kaldırılma ihtimali olan potansiyel kız olasın diye mi sevdim..” ustalara haksızlık edeyim.. değiştireyim şarkıların güftelerini…
tabi ki öyledir. sen kendini bildikten sonra, güvendikten sonra kendine..
kim ne derse dedin.. hatta bunu söyleyen isterse bu adam olsun. desin dursun. öyle değil mi..
tabii kesin öyle..
yok öyle bir dünya x bayan! tadını aldığın, özlediğin ve özleyeceğin hayatın bütün renkli yanları seni şimdi gençsin cahilsin diye cezbediyor demicem. bizzat ne gibi boklukları olduğunu biliyorum. hiç “sen öyle san art niyetliysen. ben napabilirim” deme ağzını çemçürerek..
dünyadaki sayılı iticiliklerdendir gayet makul bir soruya "napaaabilirim" cevabını veren kadın.
o dandik yerleri, tuvaletlerinde dönen dümenleri, odalarda çekmecelerde biriken prezervatifleri.. her boku biliyorum.. böyle söyleyip de bişi ima ettiğimi düşünme.. eğer ki öyle bi bok yediysen zaten, eğer varsa bir parça hakkım iki elim yakanda olsun.. bi dakka ya? ben kimim ki?? ne sanıyorum kendimi? senin üstünde ne tür bir hakkım olabilir ki? anan mıyım baban mıyım?
bu adam um lan ben. senin için ölüme gitmeye yemin ettim ben. seni korumak sana sahip çıkmak seni huzurlu mutlu yaşatmak sana güzel neşeli bir hayat sunmak için gayret etmiş bu adam um.. bir bok mu oldum di mi??
ama yine de yok hakkım.. ki bunu söyledim de sana zaten.. ve helal bile olsun dedim..
uhrevi olarak bişiler duymak istiyor deli gönül bu yüzden var sanırım helalleşmeler..
olsun yani. ne yapalım. kabullenmek gerek senden büyük olduğumu, çevremin yörüngemin artık senle alakasız olduğunu yönümün hayatımın senle ilgisi olmadığını kabullenmem gerek. niye kızıyorum ki başka biri ile birlikte olacaksın diye.. niye böyle söylüyorum ki? sen özgürsün ve bu özgürlüğünü ben dahil hiç kimse elinden alamaz..
ben de öyle takınıtılı olmayayım değil mi? nedir yani altı üstü eski sevgilinim…
tebrikler sevgilim. ben bir ruh hastası oldum.
artık resmi olarak da annem: “oğlum bırak artık o kızı diyor” ana yüreği dayanmıyor. kadıncağız gözünün önünde eriyip gitmeme tahammül edemiyor.. evet biz annemle arada dertleşiyoruz ve seni beni içine düşürdüğün durumdan dolayı istemiyor... sinsi, iki yüzlü değilim..
ama babamın hakkını yemeyeyim o istedi allah var x bayan dan iyisini mi bulucaz dedi.. zavallı babam benim ? benim yüzümden ne hallere geldi. evlat zorludur evlat emek ister ama evlat işte böyle de ikili ilişkilere nifak sokuyor araya.. senle onların arasında bulunan köprü olarak sonsuza dek aranızı açabilecek güce sahibim cern deki gibi.. ama açılan delikler yüreğimde açılıyor benim ve bi tek renkleri aynı..
kara, siyah… black.. pearl jam….
bu mektuptan daha önce.. sana 10 sayfa mektup yazmıştım.. daha onları gönderemeden dahi paşa gönlün uff sıkıldım moduna girdi benleyken.. bu kadar kolay olmamalıydı be x bayan..
ne istedin lan benden? hayallerimden be istedin? hep komikmiş gibi görünüp de ciddi bir rolde zirve yapan şimşek gibi tirat atan inek şaban gibi olunca ben, götün göğe mi erdi?
sana sunabileceğim gelecekten bahsetmiştim. küçük evimizden bir odasına studio kurduğumuz halıfleksi mileksi evden bahsetmiştim.. sen seviyorsun diye müzik yapacaktık studiomuzda.. geniş diyaframlı kondanser mikrofon bile aldım lan ben.. tek taştan daha çok seversin diye…
ne salak biriyim. ne kadar da aptalım ? normalde gtümle güleceğim şeyleri sana gelecek diye yutturacaktım güya. ama olsun ya x bayan. öyle de güzeldi. haramsız kazanıp ikimize yetirecektim. güçlü olacaktık sırt sırta verip imrenilecek bir çift olacaktık ? çok fazla türk filmi de izlemem ya.. nasıl da kapıldım böyle hezeyanlara hayret…
ne oldu biliyor musun? öyle sevdiğini sandım ki beni, hiçbir engel karşı gelemez dedim..
ne oldu? bayıldım x bayan… bu adam düştü.. bu oldu.. şimdi yine sırnaşmış gibi oluyorum böyle yazarak sana.. ama biliyorum ki yine eski günlerdeki gibi olsak (ki imkansız) sen benden yine sıkılacaksın.. yine def edeceksin gönlünden ve ben anlayışsız sana hakaret eden ayrılığı kaldıramayan sonra anana bacına saydıran adi adam olacağım ve bu kez bayılmam.. doğrudan ölürüm biliyorum.. kaldıramam çünkü.. senin yaşında olsam belki kaldırabilirdim ama yok.. olmaz artık
kendime, hayata, sana, insanlara lanet ettim.. artık kendi mecralarımızda ilerleyeceğiz x bayan ın bu adam u, bu adam un x bayan ı diye bişi olmucak hiç.. anine mi indiriyoruz lan internetten?
hatırlıyor musun sana bu güzelliğin başına bela açar demiştim.. böyle ileri görüşlülüğe sokayım.. ne gerek vardı niye söyledim ki.. sen güzelsin bi dert güzelliğin farkındasın başka bir dert.. benim x bayan ım.. ne kadar da aptalmışım… nasıl da sahiplenmişim seni..
artık kendi yörüngeme kendi yoluma bakmam lazım.. zaten istanbul a da çok alıştım dersin ki; sanki beyoğlu nda boynundaki fuları ile koltuk altında radikal gazetesi ve tolstoy, kulağında da apple ipod, led zeppelin dinleyerek yürüyen doğma büyüme istanbul lu bu adam..
bu adam un elite olan yaklaşımına bir bakar mısın? bu mudur lan kalburüstülük? hani müzikal? opera? figaro nun düğünü falan nerde?? nerde bohemian rhapsody…
doğu ve batı sentezine yenik düşmüş mü.. bumu lan argüman? değil..
lakin ne doğu ne batı umrumda değil.. kara gözlerin siyah saçların gözbebeğinde kaybolduğum gözlerin önemliydi…
memleket nedir? köyümüz nerededir? amcam necip kimdir?
“baba bana x bayan ı al, al baba al” yalnızca aramızdaki çözülmemiş bir ambigram espri, buruk bir aşk simgesi haline dönüştü..
dönüşmese iyi olmaz mıydı? taparcasına sevseydik birbirimizi.. başımıza bir iş geldiğinde birbirimiz için dövünseydik.. dünya x barının eğlencelerini kaldıracak kadar büyük bi yer değil.. artık kendi yollarımızdayız.. suçlu yok, organik çöküntü yok.
iyi. peki.
hoşçakal
saat sıfırdört yirmisekiz . yine uyku yok. yine organik çöküntü. yine delinmiş kalbin içinden sızan kan damlacıkları.. ben ne zaman düzelicem? ne zaman yirmiyedi yaşında bir yetişkin gibi davranmaya başlıcam.. ne zaman gerçekleri kabul edicem? bazen çok fazla soru sormaktan beyin hücreleri tahrip olurmuş.. teşhisine razı boynu büyük hasta ruhum ben. ve bu saçmalığa bir son vermek gerek.. saçmalık elbette benim tarafımda dolanıyor hep.. yaralı bir hayvan gibi her gece uykuya dalmaya çalışan ben.. acı çeken ben..
sen masumsun bana göre..
ben ben… hep ben..
demicem artık. çeşitlendirmicem sınıflandırmıcam hüznümü. sana biraz yaşadıklarımdan ve olması gerekenlerden bahsedip gidicem. bir daha arkama dönüp bakmıcam.. keşke masumane bir tehdit olsaydı yazdığım.. keşke öyle kendi halinde cilveleşen iki sevgili konseptini oluşturabilseydik.. arsız olan düzenbaz sevgilin olsaydım keşke.. gerek yok artık..
akıl sağlığımı yavaş yavaş kaybetmeye başladığımı keşfettim.. onaltı eylül çarşamba günü sabah işe gittiğimde kendimi iğrenç hissediyordum. daha önce başıma gelen sıradan bir halsizlik olmadığı belliydi.. çok kötüydüm bi boklar olacaktı. yemek yemediğim halde midem bulanıyordu.. o günden önceki gece yani saban işe gitmeden uyuduğum o gece yine kendi kendimi çok hırpaladım. fotoğraflarına baktım. herhangi bir erkeği tahrik edebilecek vücuduna baktım. bir zamanlar kenetlenip tututaşarak uyuyacağımıza söz verdiğim ellerine baktım yine açıldı beynimde kara delikler. anlatmanın imkanı yok bunu.. çünkü ikibinsekiz den beri yaşadıklarımın çoğu buna benziyordu. esasında ben de merak ediyordum ne zaman çöküntünün gerçekleşeceğini. meğer yavaş yavaş hissettirmeden sinsice gösteriyormuş çöküntü kendini.. çok yaşlandım. bunu gençliğini kaybetmiş bir ihtiyar hezeyanı ile söylemiyorum. sakallarımla oldum olası başım dertteydi benim. ters çıkmalarını artık bıraktım metal çubuklar gibi çıkmaya başladı.. tabii ki de tek yakınılan dert bir erkeğin metal alaşımlı sakallarının çıkmaya başladığı olsaydı.. değil ama..
gözlerimin altındaki çöküntü ve morluk hangi şarkıda tam olarak nitelenir ya da hangi şiire konu olur bilmiyorum. onu da anlatmanın imkanı yok. maalesef aynada yüzüme artık dikkatlice bakmaya korkuyorum. çünkü her an yeni bir çöküntü izi ile karşı karşıya kalmak beni kaygılandırıyor..
böyle bir kaygı sabahı sağ gözümün hemen altında bir araya toplanmış damar demeti gördüm..
kesin olarak artık tıbbi müdahale isteyen fiziğimle ortaklaşa yıprattık ruhumu. işe gittiğim sabaha dönersek, mesai arkadaşıma iyi değilim dedim ve en son yüzümü yıkamaya gittiğimi hatırlıyorum. uyandığımda, birileri ayağımı yukarıya doğru kaldırmaya çalışıyordu. galiba beyne kan, dolayısı ile de oksijen gitmesini sağlamaya çalışıyorlardı.
hiç kimsenin beklemediği, sevimsiz bir haber..
bu adam bayılmışmış, düşmenin etkisi ile de kafasına darbe almış. düşmüş adam.
“bu adam düşmüş” dediler x bayan. bir zamanlar bu adam um dediğin adam bilincini kaybedip pis koridora devrilmiş..kendime geldiğimde elbet bikaç arkadaş:
“bu adam düşmüş dediler ya!! nasıl korktuk üzüldük” dediklerinde bir de beni düşün..
bu adam düşmüş… ne kadar kolay değil mi? sen değil miydin “düşenin dostu olmaz” adındaki rap şarkısını söyleyen adam ne güzel söylemiş diye… bak gerçek adını da öğrendim onun yunus özyavuz muş`: sagopa kajmer` “.. düşenin dostu olmadı hiç..” sana metaforlarla gelmiyorum. ironi yok..
kurum psikoloğu ile aram iyi. seanslarımız oldu onunla. kız arkadaşım(evet sevgili edinmiştim) bir psikoloğun iyi gelebileceğini telkin etti bana . o psikolog kimsenin bilmediği şeyleri biliyordu. örneğin seni.
ona, artık bir profesyonelin çare olacağına inandığım için bahsettim senden. yükün çok ağır.. “toplumsal olarak hata kabul edilen bir şeyini duysan yine de kabul edecek kadar seviyor musun bahsettiğin kızı” dedi adamcağız..
evet dedim..
yalan söyledim x bayan.. başka kelimesi benim gibi manyakça, tutkuyla bağlı olan biri için çok tehlikeli. seni kimseyle paylaşamam ki; tenine başka bir tenin değmesini kaldıramam ki, ellerini başkası tutsa ya da sen başkasına (seni ben ellerin olsun diye mi sevdim) desen çıldıracak olurdum. evet durum mesajlarını iletilerini falan da okuyorum.. hatta bana ithaf ettiğini düşünüp zavallı ruhumu kandırıyor hafiften de götünü kaldırıyorum kendimin..
seni paylaşamazdım..
bunları bile bile hipokrat yemini etmiş birine, bir akademisyene yalan söyledim.. “madem olay bu öyleyse konuş onunla” dedi.. ben de buna dayanaraktan sana iki adet mesaj yolladım..
neden yolladım ki? sen yirmiüç yaşında hayatının baharı addedilen dönemini yaşıyorsun dolu dolu. ben gibi ruhu daralmış, ferahlamaya ihtiyacı olan biri ile ne işin olur ki? niye olsun yani? x isimli güzide gece klübünde çok daha iyi konumda olan yakışıklı erkekler var. üstelik akranın onlar. böyle üçgen formunda saçları var parlak güzel.. değişik kesilmiş sakalları var çekici..
yoo yoo. "şimdi de kaybeden sendromu mu" deme bana.. senden çok fazla büyük değilim.. o gece klübünün askerlik yaptığım yerde olması ise ironik oldu galiba..
şimdi ben durum mesajıma şöyle yazayım; “seni ben, bir bardan kaldırılma ihtimali olan potansiyel kız olasın diye mi sevdim..” ustalara haksızlık edeyim.. değiştireyim şarkıların güftelerini…
tabi ki öyledir. sen kendini bildikten sonra, güvendikten sonra kendine..
kim ne derse dedin.. hatta bunu söyleyen isterse bu adam olsun. desin dursun. öyle değil mi..
tabii kesin öyle..
yok öyle bir dünya x bayan! tadını aldığın, özlediğin ve özleyeceğin hayatın bütün renkli yanları seni şimdi gençsin cahilsin diye cezbediyor demicem. bizzat ne gibi boklukları olduğunu biliyorum. hiç “sen öyle san art niyetliysen. ben napabilirim” deme ağzını çemçürerek..
dünyadaki sayılı iticiliklerdendir gayet makul bir soruya "napaaabilirim" cevabını veren kadın.
o dandik yerleri, tuvaletlerinde dönen dümenleri, odalarda çekmecelerde biriken prezervatifleri.. her boku biliyorum.. böyle söyleyip de bişi ima ettiğimi düşünme.. eğer ki öyle bi bok yediysen zaten, eğer varsa bir parça hakkım iki elim yakanda olsun.. bi dakka ya? ben kimim ki?? ne sanıyorum kendimi? senin üstünde ne tür bir hakkım olabilir ki? anan mıyım baban mıyım?
bu adam um lan ben. senin için ölüme gitmeye yemin ettim ben. seni korumak sana sahip çıkmak seni huzurlu mutlu yaşatmak sana güzel neşeli bir hayat sunmak için gayret etmiş bu adam um.. bir bok mu oldum di mi??
ama yine de yok hakkım.. ki bunu söyledim de sana zaten.. ve helal bile olsun dedim..
uhrevi olarak bişiler duymak istiyor deli gönül bu yüzden var sanırım helalleşmeler..
olsun yani. ne yapalım. kabullenmek gerek senden büyük olduğumu, çevremin yörüngemin artık senle alakasız olduğunu yönümün hayatımın senle ilgisi olmadığını kabullenmem gerek. niye kızıyorum ki başka biri ile birlikte olacaksın diye.. niye böyle söylüyorum ki? sen özgürsün ve bu özgürlüğünü ben dahil hiç kimse elinden alamaz..
ben de öyle takınıtılı olmayayım değil mi? nedir yani altı üstü eski sevgilinim…
tebrikler sevgilim. ben bir ruh hastası oldum.
artık resmi olarak da annem: “oğlum bırak artık o kızı diyor” ana yüreği dayanmıyor. kadıncağız gözünün önünde eriyip gitmeme tahammül edemiyor.. evet biz annemle arada dertleşiyoruz ve seni beni içine düşürdüğün durumdan dolayı istemiyor... sinsi, iki yüzlü değilim..
ama babamın hakkını yemeyeyim o istedi allah var x bayan dan iyisini mi bulucaz dedi.. zavallı babam benim ? benim yüzümden ne hallere geldi. evlat zorludur evlat emek ister ama evlat işte böyle de ikili ilişkilere nifak sokuyor araya.. senle onların arasında bulunan köprü olarak sonsuza dek aranızı açabilecek güce sahibim cern deki gibi.. ama açılan delikler yüreğimde açılıyor benim ve bi tek renkleri aynı..
kara, siyah… black.. pearl jam….
bu mektuptan daha önce.. sana 10 sayfa mektup yazmıştım.. daha onları gönderemeden dahi paşa gönlün uff sıkıldım moduna girdi benleyken.. bu kadar kolay olmamalıydı be x bayan..
ne istedin lan benden? hayallerimden be istedin? hep komikmiş gibi görünüp de ciddi bir rolde zirve yapan şimşek gibi tirat atan inek şaban gibi olunca ben, götün göğe mi erdi?
sana sunabileceğim gelecekten bahsetmiştim. küçük evimizden bir odasına studio kurduğumuz halıfleksi mileksi evden bahsetmiştim.. sen seviyorsun diye müzik yapacaktık studiomuzda.. geniş diyaframlı kondanser mikrofon bile aldım lan ben.. tek taştan daha çok seversin diye…
ne salak biriyim. ne kadar da aptalım ? normalde gtümle güleceğim şeyleri sana gelecek diye yutturacaktım güya. ama olsun ya x bayan. öyle de güzeldi. haramsız kazanıp ikimize yetirecektim. güçlü olacaktık sırt sırta verip imrenilecek bir çift olacaktık ? çok fazla türk filmi de izlemem ya.. nasıl da kapıldım böyle hezeyanlara hayret…
ne oldu biliyor musun? öyle sevdiğini sandım ki beni, hiçbir engel karşı gelemez dedim..
ne oldu? bayıldım x bayan… bu adam düştü.. bu oldu.. şimdi yine sırnaşmış gibi oluyorum böyle yazarak sana.. ama biliyorum ki yine eski günlerdeki gibi olsak (ki imkansız) sen benden yine sıkılacaksın.. yine def edeceksin gönlünden ve ben anlayışsız sana hakaret eden ayrılığı kaldıramayan sonra anana bacına saydıran adi adam olacağım ve bu kez bayılmam.. doğrudan ölürüm biliyorum.. kaldıramam çünkü.. senin yaşında olsam belki kaldırabilirdim ama yok.. olmaz artık
kendime, hayata, sana, insanlara lanet ettim.. artık kendi mecralarımızda ilerleyeceğiz x bayan ın bu adam u, bu adam un x bayan ı diye bişi olmucak hiç.. anine mi indiriyoruz lan internetten?
hatırlıyor musun sana bu güzelliğin başına bela açar demiştim.. böyle ileri görüşlülüğe sokayım.. ne gerek vardı niye söyledim ki.. sen güzelsin bi dert güzelliğin farkındasın başka bir dert.. benim x bayan ım.. ne kadar da aptalmışım… nasıl da sahiplenmişim seni..
artık kendi yörüngeme kendi yoluma bakmam lazım.. zaten istanbul a da çok alıştım dersin ki; sanki beyoğlu nda boynundaki fuları ile koltuk altında radikal gazetesi ve tolstoy, kulağında da apple ipod, led zeppelin dinleyerek yürüyen doğma büyüme istanbul lu bu adam..
bu adam un elite olan yaklaşımına bir bakar mısın? bu mudur lan kalburüstülük? hani müzikal? opera? figaro nun düğünü falan nerde?? nerde bohemian rhapsody…
doğu ve batı sentezine yenik düşmüş mü.. bumu lan argüman? değil..
lakin ne doğu ne batı umrumda değil.. kara gözlerin siyah saçların gözbebeğinde kaybolduğum gözlerin önemliydi…
memleket nedir? köyümüz nerededir? amcam necip kimdir?
“baba bana x bayan ı al, al baba al” yalnızca aramızdaki çözülmemiş bir ambigram espri, buruk bir aşk simgesi haline dönüştü..
dönüşmese iyi olmaz mıydı? taparcasına sevseydik birbirimizi.. başımıza bir iş geldiğinde birbirimiz için dövünseydik.. dünya x barının eğlencelerini kaldıracak kadar büyük bi yer değil.. artık kendi yollarımızdayız.. suçlu yok, organik çöküntü yok.
iyi. peki.
hoşçakal
Ruhsal Dehlizlerde Kaybolmak
ruhun içinde kaybolmak varken, pek de gereği olmaz ruhtan anlamak denilen yetinin. kadın/erkek düşmanları kanalıyla değil, fantastik düşlerle akan nehirlerde yıkanan, maceracı iflah olmaz çocuğun yaptığı gibi değil, hayallerin yok olduğu, paradoksların adamın ağzına tükürdüğü yaşlarda, dayatılan tüm zoraki şartları sindiren zavallı ruhlar gibi değil, burnu ağzına denk kinetik enerjiyle semirmiş, gençlik nimetlerini ve gençliğini pervasız sömüren delikanlılar gibi değil..
içinden geçeni söylemenin verdiği keyif ve rahatlıkla ifade edilmeli kaybolmak.
nokta gibi ufacık, onun gibi kesin olmalı.. "hadi kadın ruhundan anlayalım" demekle olmaz..
anlayın hadi bak anlamanız için size bir kripto sunuldu diyemem. hayalleri gerçeğe döndüren değirmen kapılarında, kriptoya gerek yok..
o değirmen kapılarında olması gereken, nietzsche yi bile hayatından bezdirmiş, epiktetos un içinden çıkamadığı bu ruhu, ruh hadisesini anlamak ekseriyetle kolay olmaz.. zordur diye, biz de kendimizi hayal alemine adapte edelim denilemez..
kadın evya erkek ruhundan anlayınca, akarsuların en ak pak olduğu yerlerde yıkanma şansı vermiyorlar. burnun göğe ermesi için ekstradan bir kroki yok.. kadın kişinin; ruhumdan anlayan biri var işte ne güzel, "hemen yaşayalım aşkı deli gibi oh" diye düşündüğünü sananlar nasıl da yanılgı içindeler.
bi bilseler insanlıktan çıkarlar. çıksınlar da.. ruh bu.. gökyüzünden daha büyük şatavatını, bir diyaloga, bir fenomene teslim etmez. ediyorsa takvimler yalan söylüyor, güneş hiç doğmadı, çağ teknoloji çağı değildir demektir..
ruhun imzasını gözlerde yakalayan için kaybolmak var..bura önmli işte.
gözlerinin içine baka baka; "tane tane üzümsün, yarim iki gözümsün, beni bırakıp gitme gece gündüz sözümsün" diyebilen biri, anlamayı da, kaybolmayı da, yardırıp geçmiştir vesselam
Gökhan Semiz
beklemiyordum gitmeni. sen gittin. öyle olsun bakalım. şimdiki zamandan bahsediyor olmam ne kadar komik değil mi?
sen gittin ortalık sahte komiklerden geçilmez oldu. bir insanın anısına yapılan en büyük saygısızlık belki ardından cümleler kurmak ama, senli cümlelerim hep eksik kaldı gökhan ım..
kendine haslığı öğrettiğin yalan değil bana. sen gittin ben çok yalnız kaldım. istanbul yalnız kaldı. sen gittin, minibuste otobuste ve taksilerde hep aklımdasın.. şarkı gebertemiyor, moral düzeltemiyorum..
özledim seni çok.
çok yazık demem ne kadar kurgulanmış dert sıfatı olacak şimdi bana. yanımda olsaydın, çırpınıp didindiğin müzik kavramı nasıl da güzel olurdu şimdi. bak yine şimdiki zamana yöneldim yine. ne kadar komik değil mi?
gökhan sen gideli çok oldu. seni hatırlayan, özleyen, anımsayan var mı bilmiyorum bilmek istemiyorum ancak sensizlik acı olmayan çiğköfte gibi. anlamsız, soğuk, durgun.. şaşkınım biraz da. sen olmadan çoban salata geçmiyor boğazımdan.
birlikte eğlenemeyen insanlar, birlikte bir gelecek kuramazlar. şimdiki zamandan bahsetmek belki de bundan komik..
gökhan sabaha çok vardı be gözüm.
bekleseydin de beraber gitseydik..